TANER
BİLEN (*)
Araştırmacı,
Şair ve Yazar
Hukukun
bulunmadığı yerde hak ve adaletten bahsetmek abestir. Yanlıştır. Doğru
değildir.
Günümüz
şartlarında, önce bunun aziz ve necip Türk halkına anlatılması gerekmez mi?
Elbette
gerekir. Çünkü Cumhuriyet; Devlet (ve/veya hükümet) karşısında eşitlik,
hakkaniyet, evrensel hukuk ve “bütün kurum ve kurallarıyla” demokrasi ile
taçlandırılmadıkça ve millet iradesi devlet idaresinde hâkim kılınmadıkça, hükümetin
meşruiyeti şaibe altında demektir.
Böyle
bir durumda halk için: “Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri ve Türk inkılâbını hayata
geçirmenin, özenle yaşatmanın ve dikkatle takip ederek kuvay’ı milliye ruhuyla
çalışmanın” mutlaka kullanılması lâzım gelen bir hak ve hükümet edenler için vazife
olduğuna ve bunun vaktinin geldiğine inanıyorum.
KÂİNTIN ÖZNESİ
İNSAN;
AYNI ZAMANDA MERKEZ VARLIKTIR
AYNI ZAMANDA MERKEZ VARLIKTIR
Ahsen-i
Takvim üzere yaradılışı itibarıyla “Merkez Varlık” özelliğini haiz ve
kâinattaki en yüksek değere sahip olan insan, iyiyi, doğruyu bulmadıkça ve bunu
kendi yaşam boyutuna uygulamadıkça “adaletli, dürüst, atılgan ve çalışkan” ve
“iyi insan-iyi vatandaş” formuna ulaşmayı başarması; Medeni ve muasır bir
toplum olarak eşitlik, özgürlük ve güvenlik içinde yaşaması mümkün değildir. Ayrıca;
Şurası asla unutulmamalıdır ki: Her şey insan içindir.
PEKİ NE OLUYOR
BU İNSANLARA
Dün
doğru dediklerini bugün yalanlayabiliyorlar.
İnanç
eksikliği, haysiyet veya şahsiyet kaybından kaynaklanan bu istikrarsızlık,
dengesizlik ve dönüşümleri, hep “ben bilirim, benim dediğimden çıkmayın, benim
dediklerimden çıkanlar müslüman değildir” biçiminde sürüp giden ve yoğunlaşan baskı;
İnsanları zamanı gelince aksi tepki göstermeye zorlar. Bu da ülke geneline
yayılınca, dama etkisi yaratır, kaos’lara yol açar.
NİTEKİM AÇIYOR
DA…
Atatürk’ün
izinde, tarihi gelenek ve gerçeğin yolunda çığırlar açmak; Atatürk ilkeleri ve
Türk İnkılâbı doğrultusunda ülkemizi “kuruluş dönemi” fakrika ayarlarına
kavuşturmak için (yeni bir siyasi parti) kuruluş çalışmaları başlatan “cumhuriyetçi
demokratlar hereketini” bu durum ve dönemde iyi anlamak, bilinçle değerlendirmek
gerekir. Zira, yaratılanlar arasında merkez varlık ve kâinattaki en büyük değer
olan hazreti insan, her şeyin en iyisine, en doğrusuna ve mükemmeline lâyıktır.
Günümüzde “en iyi ve en mükemmeli temsil eden” Cumhuriyetçi Demokratlar
hareketine en kalbi duyguları ile sarılmalı; Türkiye Cumhuriyetinin yeniden
orijinal ve objektif “fabrka ayarlarına dönmesi” idealine mutlaka sahip
çıkılmalıdır.
Tabiki
bu teşebbüste; plan, proje ve program üzerindeki düşüncelerini serbestçe açıklamak,
yayınlamak ve kamuoyu ile paylaşmak isteyen duygu/düşünce ve ideal sahiplerinin
herşeyi göze alarak yola çıkmaları çok önemlidir. Yani, “mesele vanatansa
gerisi teferruat” ilkesi uyarınca, her türlü zahmet ve meşakkati göze almak
kaçınılmaz kabul edilmelidir.
Böyle
kuvay-ı milliye ve kuvvayı ilmiye ruhuna sahip, ayağını, fikrini ve ilmini sağlam
basan, asla diklenmeyen, daima dik duran gözü peklere her zaman ihtiyaç vardır.
Elbette bunları düşünürken de, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi “arı-duru,
samimi ve hakiki” islâmi ölçülere önem, değer ve ağırlık vermek; Objektif
laiklik anlamı ve bağlamında “din’i, en saygın, doğru ve Peygamber dönemi
ilkeleri çerçevesinde” ön planda tutmak değişmezlerden olmalıdır.
PEKİ, NEDİR
“CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ”
Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi: Halkın mutluluk,
zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet
iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve
hükümranlığını Misakı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim
gelenek ile müstakbel gelecek arasında sağlam ve sarsılmaz köprüler kurmayı
amaçlar. Namuslu-dürüst-demokrat; İlkeli-onurlu ve sorumlu; İktisadi-siyasi ve
sosyal; Atatürkçü ve Milliyetçi bir halk hareketidir.
DİN’İ İSTİSMAR
VE DİN TÜCCARLIĞINA ASLA FIRSAT VERİLMEMELİDİR.
Müslüman
kisvesiyle ortaya atılıp, İnsan ve İslâmla bağdaşmayan “din tüccarlığı ve
İslâmcılık kabilinden” işler yapmak, tavsiye ve tasarruflarda bulunmak, asla
tasvip ve tasdik edilemez.
Kendini
(haşa) Allah ile eş tutacak derecede sapkın olanlar, Peygamberimizi (tövbe)
küçük görenler, İslâmiyet için “yeniden düzenlenmelidir” diyenler, kendi
menfaatlerini herşeyin üstünde tutanlar halkın amansız düşmanıdırlar.
Din
tüccarları, yaygın anlatı ve tanımı ile DİNCİLER, ne millete ve ne de bize dost
değildir. Bunlar asla “Müslüman” da olamazlar. Millet iradesine rağmen “Mutlaka
Seçilmek”, herşeye rağmen ve ne pahasına olursa olsun oy alabilmek için yapılan
kanunsuzluklar, kirli yolsuzluk, haksızlık ve suiistimaller, üç kâğıtçılık,
alavere-dalaver ve her türlü düzenbazlıklar, kişisel veya kitlesel hırs,
ihtiras, kapris ve şahşi menfaatler uğruna çeşitli yapay ve sanal krizler
ortaya atmak; Bu kriz bunalım ve buhranları (fırsata dönüştümek suretiyle şahsi
çıkara iblâğ etmek) haksızlıkla menfaatlenmek inançsızların ve insanlık
düşmanlarının harcı, işi ve “kifayetsiz muhterislerin” menfur alanı değil de
nedir?
Dikkat edin
lütfen. İslâma göre HAK’sızlık, dinsizlik, rabsizlik ve kâfirliktir.
GÜNLÜK YAŞAYAN
UCUZ İNSANLAR ÜLKESİ TÜRKİYE
Daha
önce ki yazılarımdan birinde; “Günlük yaşayan ucuz insanlar ülkesi Türkiye”
demiştim.
Demek
ki çok doğru söylemiş ve gerçekten de haklı yazmışım. Günümüzde insanlar o
kadar yozlaşmış, ahlâki değerleri öylesine çürümüş ki, yukarıda bahis konusu
ettiğim yaşam biçimi, (hayat tarzı) ortam ve fikirler daha da basitleşmiş ve
tefessüh (adeta: İnsanlık, namuskârlık, doğruluk-dürüstlük, yüksek fazilet ve
erdemlilik iflâs) etmiştir.
Oysa
böylece, merkez varlık ve kâinataki en büyük değer, (ahsen-i takvim üzere, en
güzel ve mükemmel varlık olarak
yaratılmış olan” insan; ayaklar
altına alınmış, değersizleştirilmiş ve adeta bir kukla haline getirilmiştir. Hal
bu ki yüce Mevlâ bütün yarattıklarının (mahlûkların) başına “insan”ı getirmiş;
O’nu, Hazreti İnsan lâfzı ile kendine Halife kılmış ve kutsamıştır.
Ama,
ilmin ve ilimle yaşamanın (ilimle amel etmenin) idrakini kaybeden insan bugün (fikri
sefalet ve ilmi davranış bozukluğu sebebiyle) ne hale gelmiş ve/veya insanlık
düşmanları tarafından ne hale getirilmiştir.
GÜNÜMÜZDE EN ÇOK
İSTİSMAR EDİLEN BİR MESELE DAHA VAR.
Şöyle
ki: Rabbimiz “kadın”ı da “erkeği” de namus ve fazilet timsali olarak yaratmıştır.
Yani, gerçek hayatta kadının da erkeğinde namusu birdir. Her ikisi de
namussuzluk bağlamında en ağır şartlarla yasaklanmış; Ağır cezalarla
kayıtlanmış; Dünyanın geleceği ve nesillerin fazileti namus ögesine
bağlanmıştır. Özellikle: Rabbin “YARATICI” sıfatı ile taçlandırılmış olan
kadın, rahim nimetine sahip olduğu için “NAMUS” anlayışının öznesidir. Halk
içinde, fazilet timsali olması ve bütün toplumca kutsanarak korunması lâzım ve
elzemdir. Ama ne yazık ki, bu değersizleşen toplum içinde “namus” bir kenara
atılmış ve yeryüzünün en lânetli, pis, hakir ve necis, mundarlık özelliği olan
“namussuzluk” menfurlar tarafından köşe bucak ticaret malzemesi haline getirilmiştir.
BU VE
HAYASIZLIĞI DÜZELTECEK OLAN BİZATİHİ KADINDIR.
Ama
ne yazık ki kadın; Genel olarak toplum ve bilhassa “Toplumun İdare ve
idamesinden sorumlu siyasiler” bu değersizlik vaziyetinden memnun olmalı ki,
bir türlü bu kirli ve lânetli işi düzeltmeye yanaşmamaktadır. Bu nedenle olsa
gerek, her gün namus cinayetleri heberlerde yer almakta ve adeta “namussuzluk”
olağan ve sıradan, güncel işler gibi bir algı sunulmaya çalışılmaktadır. Bu
ahlâki yozlaşma, insanlık dışı kirlilik ve “olağan düzen düşanlığı” yıllar önce
“zina’yı suç olmaktan çıkartan” sapık zihniyetin eseri olsa gerektir. Buna
rağmen, her vesile ile kalkınmış, gelişmiş ve müreffeh Müslüman toplum (yalanı)
teranesini dile getiren yalancı-talancı, yolsuz ve soysuzların konuşmalarından
bıktık, usandık artık. Hakikatte icraat, halk içinde rahatsızlık yaratan
meselenin, sürekli ve kalıcı bir biçimde kökten halledilmesiyle olur. Gündem oluşturmak
için ve gündemde kalmak veya gündem karartmakiçin, temcit pilavı gibi milletin
beynini olumsuz imaj ve mesajlarla yıkamak insanlık, siyaset veya sanat
değildir. Amma lâkin, gidişattan öyle anlaşılıyor ve anlatılıyor ki; “yalanlar”
bu yalanları araştırmaktan aciz medya ve gerçeklerin peşine düşmekten çekinen
halk arasında kabul buluyor.
PARTİLİ
CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ
Recep
Tayip, devlet başkanı olabilmek için yıllar boyunca “inatla ve ısrarla” her
yolu denedi ve sonunda istediğini aldı. Ama nedense Partili Cumhurbaşkanı
olarak anılmakta. O zaman adama sormazlar mı “amacın ne?” diye!.. Halkın
deyimiyle: Bu ne perhiz ne lahana turşusu.
Bunalım,
buhran ve krizler afakı sarmış, döviz 4’e katlamış, pahalılık almış yürümüş!..
Halâ,
daha gündem de ve iktidarda kalmak için elden ne geliyorsa yapıyorlar.
Yok
1071’ler, 2023’ler. Bunları temcit pilâvı gibi tekrarlayıp ballandırmak ülkeye
ne kazandıracak. Sonra tarihler ve anıları hatalı. Bunlar tarihi incelemiyorlar
mı? Meselâ mhp programından çalınan 1071 ve 2023’leri kendi fikirleri imiş gibi
pazarlamaları tam bir taklit zihniyeti, aymazlık ve pişkinlik. Ülkede korkudan,
baskıdan olsa gerek, günün gündemi hep bir kişinin talepleriyle mi doldurulur. Bunun
adı diktatörlük, tek adam sultası ve tasallut değil de nedir? Medya
konuşmalarına bakın, hileli yollar ve abartıdan başka ne anlatılıyor.
Bu
milletin içinden doğruyum diyen kişiler çıkıpta gerçekleri neden dile
getiremiyor. Herkes süt kuzusu mu? Yarınlar da, “yaşananlar gündeme gelince” bu
kişiler ne diyebilecekler?
Şimdilerde,
gündem oluşturmak için Devlet Bahçeli’nin af teklifi, ittifak, rahip bronson ve
katledilen kaşıkçı konuları yerli yersiz, gereksiz ve abartılı olarak
dillendirilmekte ve Amerikan baskısı ile alaşağı edilen Türk yargısı küçük
düşürülmektedir.
Bir
kesim tarafından, adına reis lâkabı eklenen şahsın bütün dünyaya horozlanması
prim yapmadığından hamisi Amerika’ya geri dönüş mü yapmıştır. Tıpkı despot
İsmet İnönü devrinde olduğu gibi; AKP başkanı ve partili Cumhurbaşkanı Recep Tayip
yarınlarını düşünerek, isteklerinin devam etmesi hasebi ile yerine damadını
hazırlama telaşına düşmüştür. Yani babadan oğula, hanedanlık-temellerini atmaya
niyetlenmekte!...
YOKSA, AZİZ
NESİN’İN DEDİĞİ GİBİ Mİ TÜRK MİLLETİ?
Yazıklar
olsun bunlardan öncekiler bu ülkenin yöneticileri değilmiydi? Halâ dünü
kötüleyerek prim yapma sevdası bitmeyecek mi?
Kendileri sütden çıkmış ak kaşık mı? Öncekiler nereye bağımlıysa bunlar
da oraya!. Sürmekte olan yahudi esareti bitmeyecek mi bu ülkede. Bu ülkede
yaşayanlar “vatan ile mermi arasında duran insanlar” değil mi? Daha dün: Tayyip
için; Kürtler sırdaş, yahudiler gönüldaş, rumlar kardaş, ermeniler yoldaş
değilmiydi? Refah partisi Beyoğlu ilçe başkanı iken yahudiler tarafından tespit
edilmemiş miydi? Refah partisi İstanbul il başkanı iken ümraniyede yaptığı bir
konuşmada; Demirel hükümmetiniermenistana yaptığı yüzbin ton buğday yardımından
dolayı vatan haini ilan ediyordu. Kendisi ise; Ermenistan ile “açılım süreci” diyerek
Ermenistan-Türkiye maçına Azeri bayraklarını almıyor. Toplanan Azeri bayraklarını
çöpe attırıyordu. Van-Akdamar ilçesinde kilise onarılıyor, ibadete açılıyor şatafatla.
Bunlar dürüslük oluyor.
Devlet
kademelerindeki kadrolaşmalar da göz göre göre usulsüzce devam etmektedir.
Bakanlar,
Bakan yardımcıları, onların yedekleri. Diğer kuruluşlara yerleştirilenler. Siyasette
yer bulamayanların mama kapısı. Kendilerinden olanlar aç kalmasın da diğerleri
ne olursa olsun.
Yazılı,
işitsel ve görsel medyadaki çarpıklıkları kimler düzeltecek. Spikerler, çeşitli
yarışmalardaki katılımcılar, film-dizi ve reklam oyuncularındaki çıplaklıklar dizboyu.
Kadın
çıplaklığı neden gündeme taşınıyor. Erkekler kapalı iken, çocuk denecek yaştaki
kızlarımız, oyuncularımız ve diğer sanatçılarımız soyunmadan kendilerini ispat
edemiyorlar mı? Bu nasıl müslümanlık? Yukarıda bahsetmiştim. Bu durumlar
düzeltileceğine artan bir hızla çoğalıyor ve dillendiriliyor.
Abdülhamit,
söz, isimsizler, savaşçı, avlu, çukur, eşkiya dünya ya hükümdar olmaz, diriliş
vs, gibi dizilerde işlenen konularda asıl temanın dışına çıkılmıyor mu. Olmayanlar
olmuş gibi gösterilmiyor mu. Bu konular iktidarın desteği ile çığrından
çıkarılmaktadır. Şimdilerde de “kadınlar camilerde erkeklerle birlikte namaz
kılsın” diyerek kendini gündem de tutmak istemiyor. Sanki birileri kılmasın
diyormuş gibi!...
Benim
çocukluğum ve gençliğimde kadınlar camilerde namaz kılıyordu, halen daha
kılıyorlar. Buradaki konu bu. “Ben ilk dile getirdim” diyerek milletin gözünü
boyamaksa o başka. Yazılı ve görsel basın nasıl olsa elinde. Doğru söylenenler
yazılıp çizilemiyor. Halka duyurmak engelleniyorsa başka. Millet ne yapsın?.. Deveye
sormuşlar “belin niye kambur” demiş ki “nerem doğru”.
Yapılan
ittifaklar: Dinen, ahlaken, mantıken ne
kadar doğru ve haklı. Partiler içinde mehzepçiliğe, kardeşi kardeşe düşman
yapmaya sebep olmaz mı, sevk etmez mi? İnsanlar o istiyor diye beyaza kara,
kırmızıya mor denilebilir mi. Bu ne hırstır. Bu ne ihtiras ve doyumsuzluktur. Buna
Türk halkı karar verecekse onların istediği olmayacaktır. Ama dış güçler karara
ortaksa vah bu ülkenin haline!
Televizyonlarda
yapılan reklâmlar adeta diktatörlüğün bir maşası olarak yapılmakta, milletin
kafası karıştırılmaktadır.
On-onbeş
yıl öncesinin fikirlerine baş vurulan Kanaat Önderleri, yol gösterici Aydınlar
hep birden mi yok oldular da tamamen yeni kişiler görsel ve yazılı medya da
konuşturulmakta!.
Aklım
almıyor. Bu insanlar ne yaptı sizlere. İsteklerinizi dile getirmedikleri için mi?
Yoksa kendi eğitimli elemanlarınıza yer
açmak için mi? Bu örnekler, devede tüy misali çoğaltılabilir. İşlenmedikten
sonra ne yazar. Türkiye de takunyalı führerler çoğaldıkça yapacak birşey de
yoktur. Ahlaksızlığın fazilet sayıldığı bir toplumda, suçları sıralasan yerini
bulmaz. Sen kaybedersin. Buna ne denir? Millet karar verecektir. Bu
nasıl adalet bu nasıl kalkınma ?
Atatürk
ilkeleri veTürk İnkılâbı eşliğinde, kuvay-ı milliye ruhuyla yapılacak atılımlar
Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi sayesinde hayat bulacak, ruhlanacak ve genç
Türkiye Cumhuriyeti’nin “yeniden kuruluş (fabrika) ayarlarına oturtulması ve
ebed-müddet kılınması azim, irade ve şuuru içinde gerçekleşecektir. Bu günler
yakındır. Tabi ki çalışmalarımız engellenmezse. Sonuçta İnsanlık, İslâmlık,
Cumhuriyet ve Demokrasi kazanacak ve kadim Türk Milleti huzur bulacaktır.
(*)
TANER BİLEN
1952 Yılında Düzce, Akçakoca, Yenice Köyünde doğdu. İlkokuldan sonra Orta ve Liseyi Sakarya Ticaret Lisesinde tamamladı. 1973 Yılı Mayıs ayında TBMM Kanunlar Müdürlüğü’nde memuriyete başladı. Demokratik Parti Meclis Grup Sekreterliği görevini yürütürken 1974 yılında AİTİA Bankacılık ve Sigortacılık Yüksek Okulu’na başladı ve 1980’de bitirdi. 1973 seçimlerinden sonra MHP, TBMM Grup Amiri; 12 Eylül 1981’de Milli Güvenlik Konseyi Müracaat ve Şikâyetleri İnceleme Daire Başkanlığı emrine memur olarak atandı. 1984’de Şef oldu. Daha sonra sırasıyla:
1952 Yılında Düzce, Akçakoca, Yenice Köyünde doğdu. İlkokuldan sonra Orta ve Liseyi Sakarya Ticaret Lisesinde tamamladı. 1973 Yılı Mayıs ayında TBMM Kanunlar Müdürlüğü’nde memuriyete başladı. Demokratik Parti Meclis Grup Sekreterliği görevini yürütürken 1974 yılında AİTİA Bankacılık ve Sigortacılık Yüksek Okulu’na başladı ve 1980’de bitirdi. 1973 seçimlerinden sonra MHP, TBMM Grup Amiri; 12 Eylül 1981’de Milli Güvenlik Konseyi Müracaat ve Şikâyetleri İnceleme Daire Başkanlığı emrine memur olarak atandı. 1984’de Şef oldu. Daha sonra sırasıyla:
MGK’nın sona ermesi ile Cumhurbaşkanlığı emrinde Müdür Vekili,
Müdür Yardımcısı ve 2000 yılına kadar Müdürlük yaptı. 17 Ocak 2000 tarihinde
emekli oldu. Öğrencilik yıllarında:, Sakarya Ada Postası ve Akşam Haberleri ile
Düzce Postası’nda, 1968 yılı “Genç Şairler Antolojisinde”, Ankara Güneş, Gün,
Bursa Haber gazetelerinde; Ankara Düşünce, Düşüncede Rehber, Ajans-Türk
dergilerinde; Kayseri Erciyes yayınlarından olan “ONLAR” ve “OLUŞUM” adlı
kitaplarda ve Akçakoca Haber gazetesinde Şiir, Hikâye, Makale ve Araştırmaları
yayınlandı…Emekli olduktan sonra, kurucusu olduğu ve bir dönem Genel
Başkanlığını yaptığı “İnsan ve Kültür Ocağı” Derneği’nde çalışmalarda bulundu. Gurbet Yarası ve
Sensiz Akçakoca isimli iki Şiir kitabı yayınlanmıştır. Evli
ve iki çocuk babasıdır.
(**) TANER BİLEN: e.MAİL: taner.bilen52@hotmail.com – GSM: 0 539 748 38 35
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder