7 Kasım 2018 Çarşamba

BU NASIL ADALET BU NASIL KALKINMA TANER BİLEN (*) Araştırmacı, Şair ve Yazar (Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi)

BU NASIL ADALET 
BU NASIL KALKINMA!...
TANER BİLEN (*)
Araştırmacı, Şair ve Yazar
Hukukun bulunmadığı yerde hak ve adaletten bahsetmek abestir. Yanlıştır. Doğru değildir.
Günümüz şartlarında, önce bunun aziz ve necip Türk halkına anlatılması gerekmez mi?
Elbette gerekir. Çünkü Cumhuriyet; Devlet (ve/veya hükümet) karşısında eşitlik, hakkaniyet, evrensel hukuk ve “bütün kurum ve kurallarıyla” demokrasi ile taçlandırılmadıkça ve millet iradesi devlet idaresinde hâkim kılınmadıkça, hükümetin meşruiyeti şaibe altında demektir.
Böyle bir durumda halk için: “Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkeleri ve Türk inkılâbını hayata geçirmenin, özenle yaşatmanın ve dikkatle takip ederek kuvay’ı milliye ruhuyla çalışmanın” mutlaka kullanılması lâzım gelen bir hak ve hükümet edenler için vazife olduğuna ve bunun vaktinin geldiğine inanıyorum.
KÂİNTIN ÖZNESİ İNSAN; 
AYNI ZAMANDA MERKEZ VARLIKTIR
Ahsen-i Takvim üzere yaradılışı itibarıyla “Merkez Varlık” özelliğini haiz ve kâinattaki en yüksek değere sahip olan insan, iyiyi, doğruyu bulmadıkça ve bunu kendi yaşam boyutuna uygulamadıkça “adaletli, dürüst, atılgan ve çalışkan” ve “iyi insan-iyi vatandaş” formuna ulaşmayı başarması; Medeni ve muasır bir toplum olarak eşitlik, özgürlük ve güvenlik içinde yaşaması mümkün değildir. Ayrıca; Şurası asla unutulmamalıdır ki: Her şey insan içindir.
PEKİ NE OLUYOR BU İNSANLARA
Dün doğru dediklerini bugün yalanlayabiliyorlar.
İnanç eksikliği, haysiyet veya şahsiyet kaybından kaynaklanan bu istikrarsızlık, dengesizlik ve dönüşümleri, hep “ben bilirim, benim dediğimden çıkmayın, benim dediklerimden çıkanlar müslüman değildir” biçiminde sürüp giden ve yoğunlaşan baskı; İnsanları zamanı gelince aksi tepki göstermeye zorlar. Bu da ülke geneline yayılınca, dama etkisi yaratır, kaos’lara yol açar.
NİTEKİM AÇIYOR DA…
Atatürk’ün izinde, tarihi gelenek ve gerçeğin yolunda çığırlar açmak; Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbı doğrultusunda ülkemizi “kuruluş dönemi” fakrika ayarlarına kavuşturmak için (yeni bir siyasi parti) kuruluş çalışmaları başlatan “cumhuriyetçi demokratlar hereketini” bu durum ve dönemde iyi anlamak, bilinçle değerlendirmek gerekir. Zira, yaratılanlar arasında merkez varlık ve kâinattaki en büyük değer olan hazreti insan, her şeyin en iyisine, en doğrusuna ve mükemmeline lâyıktır. Günümüzde “en iyi ve en mükemmeli temsil eden” Cumhuriyetçi Demokratlar hareketine en kalbi duyguları ile sarılmalı; Türkiye Cumhuriyetinin yeniden orijinal ve objektif “fabrka ayarlarına dönmesi” idealine mutlaka sahip çıkılmalıdır.
KURTULUŞ İÇİN “KURULUŞ AYARLARI”   
Tabiki bu teşebbüste; plan, proje ve program üzerindeki düşüncelerini serbestçe açıklamak, yayınlamak ve kamuoyu ile paylaşmak isteyen duygu/düşünce ve ideal sahiplerinin herşeyi göze alarak yola çıkmaları çok önemlidir. Yani, “mesele vanatansa gerisi teferruat” ilkesi uyarınca, her türlü zahmet ve meşakkati göze almak kaçınılmaz kabul edilmelidir.
Böyle kuvay-ı milliye ve kuvvayı ilmiye ruhuna sahip, ayağını, fikrini ve ilmini sağlam basan, asla diklenmeyen, daima dik duran gözü peklere her zaman ihtiyaç vardır. Elbette bunları düşünürken de, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi “arı-duru, samimi ve hakiki” islâmi ölçülere önem, değer ve ağırlık vermek; Objektif laiklik anlamı ve bağlamında “din’i, en saygın, doğru ve Peygamber dönemi ilkeleri çerçevesinde” ön planda tutmak değişmezlerden olmalıdır.
PEKİ, NEDİR “CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR HAREKETİ”
Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi: Halkın mutluluk, zenginlik, güvenlik, hürriyet ve refahı için; Devlet idaresinde millet iradesini hâkim kılmayı; Ulus Devletin özgürlük, bağımsızlık, hukuk ve hükümranlığını Misakı Milli Sınırları dahilinde temin ve tesis ederek; Kadim gelenek ile müstakbel gelecek arasında sağlam ve sarsılmaz köprüler kurmayı amaçlar. Namuslu-dürüst-demokrat; İlkeli-onurlu ve sorumlu; İktisadi-siyasi ve sosyal; Atatürkçü ve Milliyetçi bir halk hareketidir.
DİN’İ İSTİSMAR VE DİN TÜCCARLIĞINA ASLA FIRSAT VERİLMEMELİDİR.
Müslüman kisvesiyle ortaya atılıp, İnsan ve İslâmla bağdaşmayan “din tüccarlığı ve İslâmcılık kabilinden” işler yapmak, tavsiye ve tasarruflarda bulunmak, asla tasvip ve tasdik edilemez.
Kendini (haşa) Allah ile eş tutacak derecede sapkın olanlar, Peygamberimizi (tövbe) küçük görenler, İslâmiyet için “yeniden düzenlenmelidir” diyenler, kendi menfaatlerini herşeyin üstünde tutanlar halkın amansız düşmanıdırlar.
Din tüccarları, yaygın anlatı ve tanımı ile DİNCİLER, ne millete ve ne de bize dost değildir. Bunlar asla “Müslüman” da olamazlar. Millet iradesine rağmen “Mutlaka Seçilmek”, herşeye rağmen ve ne pahasına olursa olsun oy alabilmek için yapılan kanunsuzluklar, kirli yolsuzluk, haksızlık ve suiistimaller, üç kâğıtçılık, alavere-dalaver ve her türlü düzenbazlıklar, kişisel veya kitlesel hırs, ihtiras, kapris ve şahşi menfaatler uğruna çeşitli yapay ve sanal krizler ortaya atmak; Bu kriz bunalım ve buhranları (fırsata dönüştümek suretiyle şahsi çıkara iblâğ etmek) haksızlıkla menfaatlenmek inançsızların ve insanlık düşmanlarının harcı, işi ve “kifayetsiz muhterislerin” menfur alanı değil de nedir?
Dikkat edin lütfen. İslâma göre HAK’sızlık, dinsizlik, rabsizlik ve kâfirliktir.
GÜNLÜK YAŞAYAN UCUZ İNSANLAR ÜLKESİ TÜRKİYE
Daha önce ki yazılarımdan birinde; “Günlük yaşayan ucuz insanlar ülkesi Türkiye” demiştim.
Demek ki çok doğru söylemiş ve gerçekten de haklı yazmışım. Günümüzde insanlar o kadar yozlaşmış, ahlâki değerleri öylesine çürümüş ki, yukarıda bahis konusu ettiğim yaşam biçimi, (hayat tarzı) ortam ve fikirler daha da basitleşmiş ve tefessüh (adeta: İnsanlık, namuskârlık, doğruluk-dürüstlük, yüksek fazilet ve erdemlilik iflâs) etmiştir.
Oysa böylece, merkez varlık ve kâinataki en büyük değer, (ahsen-i takvim üzere, en güzel ve mükemmel varlık olarak  yaratılmış olan” insan;  ayaklar altına alınmış, değersizleştirilmiş ve adeta bir kukla haline getirilmiştir. Hal bu ki yüce Mevlâ bütün yarattıklarının (mahlûkların) başına “insan”ı getirmiş; O’nu, Hazreti İnsan lâfzı ile kendine Halife kılmış ve kutsamıştır.
Ama, ilmin ve ilimle yaşamanın (ilimle amel etmenin) idrakini kaybeden insan bugün (fikri sefalet ve ilmi davranış bozukluğu sebebiyle) ne hale gelmiş ve/veya insanlık düşmanları tarafından ne hale getirilmiştir.
GÜNÜMÜZDE EN ÇOK İSTİSMAR EDİLEN BİR MESELE DAHA VAR.
Şöyle ki: Rabbimiz “kadın”ı da “erkeği” de namus ve fazilet timsali olarak yaratmıştır. Yani, gerçek hayatta kadının da erkeğinde namusu birdir. Her ikisi de namussuzluk bağlamında en ağır şartlarla yasaklanmış; Ağır cezalarla kayıtlanmış; Dünyanın geleceği ve nesillerin fazileti namus ögesine bağlanmıştır. Özellikle: Rabbin “YARATICI” sıfatı ile taçlandırılmış olan kadın, rahim nimetine sahip olduğu için “NAMUS” anlayışının öznesidir. Halk içinde, fazilet timsali olması ve bütün toplumca kutsanarak korunması lâzım ve elzemdir. Ama ne yazık ki, bu değersizleşen toplum içinde “namus” bir kenara atılmış ve yeryüzünün en lânetli, pis, hakir ve necis, mundarlık özelliği olan “namussuzluk” menfurlar tarafından köşe bucak ticaret malzemesi haline getirilmiştir.

BU VE HAYASIZLIĞI DÜZELTECEK OLAN BİZATİHİ KADINDIR.
Ama ne yazık ki kadın; Genel olarak toplum ve bilhassa “Toplumun İdare ve idamesinden sorumlu siyasiler” bu değersizlik vaziyetinden memnun olmalı ki, bir türlü bu kirli ve lânetli işi düzeltmeye yanaşmamaktadır. Bu nedenle olsa gerek, her gün namus cinayetleri heberlerde yer almakta ve adeta “namussuzluk” olağan ve sıradan, güncel işler gibi bir algı sunulmaya çalışılmaktadır. Bu ahlâki yozlaşma, insanlık dışı kirlilik ve “olağan düzen düşanlığı” yıllar önce “zina’yı suç olmaktan çıkartan” sapık zihniyetin eseri olsa gerektir. Buna rağmen, her vesile ile kalkınmış, gelişmiş ve müreffeh Müslüman toplum (yalanı) teranesini dile getiren yalancı-talancı, yolsuz ve soysuzların konuşmalarından bıktık, usandık artık. Hakikatte icraat, halk içinde rahatsızlık yaratan meselenin, sürekli ve kalıcı bir biçimde kökten halledilmesiyle olur. Gündem oluşturmak için ve gündemde kalmak veya gündem karartmakiçin, temcit pilavı gibi milletin beynini olumsuz imaj ve mesajlarla yıkamak insanlık, siyaset veya sanat değildir. Amma lâkin, gidişattan öyle anlaşılıyor ve anlatılıyor ki; “yalanlar” bu yalanları araştırmaktan aciz medya ve gerçeklerin peşine düşmekten çekinen halk arasında kabul buluyor.
PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ
Recep Tayip, devlet başkanı olabilmek için yıllar boyunca “inatla ve ısrarla” her yolu denedi ve sonunda istediğini aldı. Ama nedense Partili Cumhurbaşkanı olarak anılmakta. O zaman adama sormazlar mı “amacın ne?” diye!.. Halkın deyimiyle: Bu ne perhiz ne lahana turşusu.
KİFAYETSİZ MUHTERİSLER
Bunalım, buhran ve krizler afakı sarmış, döviz 4’e katlamış, pahalılık almış yürümüş!..
Halâ, daha gündem de ve iktidarda kalmak için elden ne geliyorsa yapıyorlar.
Yok 1071’ler, 2023’ler. Bunları temcit pilâvı gibi tekrarlayıp ballandırmak ülkeye ne kazandıracak. Sonra tarihler ve anıları hatalı. Bunlar tarihi incelemiyorlar mı? Meselâ mhp programından çalınan 1071 ve 2023’leri kendi fikirleri imiş gibi pazarlamaları tam bir taklit zihniyeti, aymazlık ve pişkinlik. Ülkede korkudan, baskıdan olsa gerek, günün gündemi hep bir kişinin talepleriyle mi doldurulur. Bunun adı diktatörlük, tek adam sultası ve tasallut değil de nedir? Medya konuşmalarına bakın, hileli yollar ve abartıdan başka ne anlatılıyor.
Bu milletin içinden doğruyum diyen kişiler çıkıpta gerçekleri neden dile getiremiyor. Herkes süt kuzusu mu? Yarınlar da, “yaşananlar gündeme gelince” bu kişiler ne diyebilecekler?
Şimdilerde, gündem oluşturmak için Devlet Bahçeli’nin af teklifi, ittifak, rahip bronson ve katledilen kaşıkçı konuları yerli yersiz, gereksiz ve abartılı olarak dillendirilmekte ve Amerikan baskısı ile alaşağı edilen Türk yargısı küçük düşürülmektedir.
Bir kesim tarafından, adına reis lâkabı eklenen şahsın bütün dünyaya horozlanması prim yapmadığından hamisi Amerika’ya geri dönüş mü yapmıştır. Tıpkı despot İsmet İnönü devrinde olduğu gibi; AKP başkanı ve partili Cumhurbaşkanı Recep Tayip yarınlarını düşünerek, isteklerinin devam etmesi hasebi ile yerine damadını hazırlama telaşına düşmüştür. Yani babadan oğula, hanedanlık-temellerini atmaya niyetlenmekte!...
YOKSA, AZİZ NESİN’İN DEDİĞİ GİBİ Mİ TÜRK MİLLETİ?
Yazıklar olsun bunlardan öncekiler bu ülkenin yöneticileri değilmiydi? Halâ dünü kötüleyerek prim yapma sevdası bitmeyecek mi?  Kendileri sütden çıkmış ak kaşık mı? Öncekiler nereye bağımlıysa bunlar da oraya!. Sürmekte olan yahudi esareti bitmeyecek mi bu ülkede. Bu ülkede yaşayanlar “vatan ile mermi arasında duran insanlar” değil mi? Daha dün: Tayyip için; Kürtler sırdaş, yahudiler gönüldaş, rumlar kardaş, ermeniler yoldaş değilmiydi? Refah partisi Beyoğlu ilçe başkanı iken yahudiler tarafından tespit edilmemiş miydi? Refah partisi İstanbul il başkanı iken ümraniyede yaptığı bir konuşmada; Demirel hükümmetiniermenistana yaptığı yüzbin ton buğday yardımından dolayı vatan haini ilan ediyordu. Kendisi ise; Ermenistan ile “açılım süreci” diyerek Ermenistan-Türkiye maçına Azeri bayraklarını almıyor. Toplanan Azeri bayraklarını çöpe attırıyordu. Van-Akdamar ilçesinde kilise onarılıyor, ibadete açılıyor şatafatla. Bunlar dürüslük oluyor.
Devlet kademelerindeki kadrolaşmalar da göz göre göre usulsüzce devam etmektedir.
Bakanlar, Bakan yardımcıları, onların yedekleri. Diğer kuruluşlara yerleştirilenler. Siyasette yer bulamayanların mama kapısı. Kendilerinden olanlar aç kalmasın da diğerleri ne olursa olsun.
BU NASIL ADALET BU NASIL KALKINMA?
Yazılı, işitsel ve görsel medyadaki çarpıklıkları kimler düzeltecek. Spikerler, çeşitli yarışmalardaki katılımcılar, film-dizi ve reklam oyuncularındaki çıplaklıklar dizboyu.
Kadın çıplaklığı neden gündeme taşınıyor. Erkekler kapalı iken, çocuk denecek yaştaki kızlarımız, oyuncularımız ve diğer sanatçılarımız soyunmadan kendilerini ispat edemiyorlar mı? Bu nasıl müslümanlık? Yukarıda bahsetmiştim. Bu durumlar düzeltileceğine artan bir hızla çoğalıyor ve dillendiriliyor.
Abdülhamit, söz, isimsizler, savaşçı, avlu, çukur, eşkiya dünya ya hükümdar olmaz, diriliş vs, gibi dizilerde işlenen konularda asıl temanın dışına çıkılmıyor mu. Olmayanlar olmuş gibi gösterilmiyor mu. Bu konular iktidarın desteği ile çığrından çıkarılmaktadır. Şimdilerde de “kadınlar camilerde erkeklerle birlikte namaz kılsın” diyerek kendini gündem de tutmak istemiyor. Sanki birileri kılmasın diyormuş gibi!...
Benim çocukluğum ve gençliğimde kadınlar camilerde namaz kılıyordu, halen daha kılıyorlar. Buradaki konu bu. “Ben ilk dile getirdim” diyerek milletin gözünü boyamaksa o başka. Yazılı ve görsel basın nasıl olsa elinde. Doğru söylenenler yazılıp çizilemiyor. Halka duyurmak engelleniyorsa başka. Millet ne yapsın?.. Deveye sormuşlar “belin niye kambur” demiş ki “nerem doğru”.
Yapılan ittifaklar:  Dinen, ahlaken, mantıken ne kadar doğru ve haklı. Partiler içinde mehzepçiliğe, kardeşi kardeşe düşman yapmaya sebep olmaz mı, sevk etmez mi? İnsanlar o istiyor diye beyaza kara, kırmızıya mor denilebilir mi. Bu ne hırstır. Bu ne ihtiras ve doyumsuzluktur. Buna Türk halkı karar verecekse onların istediği olmayacaktır. Ama dış güçler karara ortaksa vah bu ülkenin haline!
Televizyonlarda yapılan reklâmlar adeta diktatörlüğün bir maşası olarak yapılmakta, milletin kafası karıştırılmaktadır.
On-onbeş yıl öncesinin fikirlerine baş vurulan Kanaat Önderleri, yol gösterici Aydınlar hep birden mi yok oldular da tamamen yeni kişiler görsel ve yazılı medya da konuşturulmakta!.
Aklım almıyor. Bu insanlar ne yaptı sizlere. İsteklerinizi dile getirmedikleri için mi? Yoksa  kendi eğitimli elemanlarınıza yer açmak için mi? Bu örnekler, devede tüy misali çoğaltılabilir. İşlenmedikten sonra ne yazar. Türkiye de takunyalı führerler çoğaldıkça yapacak birşey de yoktur. Ahlaksızlığın fazilet sayıldığı bir toplumda, suçları sıralasan yerini bulmaz. Sen kaybedersin. Buna ne denir? Millet karar verecektir. Bu nasıl adalet bu nasıl kalkınma ?
Atatürk ilkeleri veTürk İnkılâbı eşliğinde, kuvay-ı milliye ruhuyla yapılacak atılımlar Cumhuriyetçi Demokratlar Hareketi sayesinde hayat bulacak, ruhlanacak ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin “yeniden kuruluş (fabrika) ayarlarına oturtulması ve ebed-müddet kılınması azim, irade ve şuuru içinde gerçekleşecektir. Bu günler yakındır. Tabi ki çalışmalarımız engellenmezse. Sonuçta İnsanlık, İslâmlık, Cumhuriyet ve Demokrasi kazanacak ve kadim Türk Milleti huzur bulacaktır.

(*) TANER BİLEN
1952 Yılında Düzce, Akçakoca, Yenice Köyünde doğdu. İlkokuldan sonra Orta ve Liseyi Sakarya Ticaret Lisesinde tamamladı. 1973 Yılı Mayıs ayında TBMM Kanunlar Müdürlüğü’nde memuriyete başladı. Demokratik Parti Meclis Grup Sekreterliği görevini yürütürken 1974 yılında AİTİA Bankacılık ve Sigortacılık Yüksek Okulu’na başladı ve 1980’de bitirdi.  1973 seçimlerinden sonra MHP, TBMM Grup Amiri; 12 Eylül 1981’de Milli Güvenlik Konseyi Müracaat ve Şikâyetleri İnceleme Daire Başkanlığı emrine memur olarak atandı. 1984’de Şef oldu. Daha sonra sırasıyla:
MGK’nın sona ermesi ile Cumhurbaşkanlığı emrinde Müdür Vekili, Müdür Yardımcısı ve 2000 yılına kadar Müdürlük yaptı. 17 Ocak 2000 tarihinde emekli oldu. Öğrencilik yıllarında:, Sakarya Ada Postası ve Akşam Haberleri ile Düzce Postası’nda, 1968 yılı “Genç Şairler Antolojisinde”, Ankara Güneş, Gün, Bursa Haber gazetelerinde; Ankara Düşünce, Düşüncede Rehber, Ajans-Türk dergilerinde; Kayseri Erciyes yayınlarından olan  “ONLAR” ve “OLUŞUM” adlı kitaplarda ve Akçakoca Haber gazetesinde Şiir, Hikâye, Makale ve Araştırmaları yayınlandı…Emekli olduktan sonra, kurucusu olduğu ve bir dönem Genel Başkanlığını yaptığı “İnsan ve Kültür Ocağı” Derneği’nde çalışmalarda bulundu. Gurbet Yarası ve Sensiz Akçakoca isimli iki Şiir kitabı yayınlanmıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır.
(**) TANER BİLEN: e.MAİL: taner.bilen52@hotmail.com – GSM: 0 539 748 38 35

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder